ARİFLERE AÇILAN SIRLAR

Sırlar âlemine vardığın zaman gaybî sırlar sana aralanır ve o âlemde senin için sırların mahrem dairesine girmene izin verilir. Bir kudsî hadiste, "Velîlerim gök kubbemin altındadırlar. Onları benden başkası bilemez" (Abdurrahman Câmî, Nefehât, s. 45; Gümüşhânevî, Câmiu'l-Usûl, s. 50) buyurulmuştur. Bu ifadeyi şöyle anlamak mümkündür: Sırlar âleminde Allah ile kul arasında öyle bir sır vardır ki onu ne bir melek ne de bir peygamber bilebilir. Orada kudret-i ilâhî tarafından gözlerin görmediği, kulakların işitmediği hediyeler sunulur. "Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için saklanan müjdeyi hiç kimse bilemez" (Secde 32/17) âyeti buna işaret eder. Âşıklar için hazırlanan bu müjde, kendisine has bir şekilde Allah'ın zâtının görülmesidir. Bunun neticesinde kalplerde manevî bir kulak, akıllarda özel bir göz oluşur. Böylece kulaksız duyulur, gözsüz görülür. Orada duyulan ve görülen her şey gaybîdir ve işte o zaman gaybî haller ayan beyan olur. İşte hadiste geçen, "Kalbim rabbimi gördü" (Bk. Ahmed, Müsned, 1/285; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr. 4377 (az farklı rivayet)) ve âyette geçen, "Rabbini görmez misin?" (Furkan 25/45) ifadelerinin mânası budur. Eğer sen âşık isen yukarıda saydığımız bütün bu hallerden sonra, kendinden geçmiş bir halde kabza-i ilâhîye düşersin. Allah Teâlâ seni tevhid ve marifetin en yüksek derecelerine, sır ve himmetin en üst menzillerine ulaştırır. Bu makamlarda söz hiçbir mâna ifade etmez, sırların düğümü çözülür. Artık buradan öteye akla ve ifadeye yol yoktur. Bu makamda sen hayrette kalır ve şu itiraflarda bulunursun: "Yâ Rab! Ben seni hamd-ü sena etmekten âcizim. Sen kendini nasıl sena etmişsen öylece yücesin!" "Acizlik yolu hariç, marifetine giden bütün yolları kapayan Allah'ı tenzih ederim. Senin zâtını hakikatiyle bilmek mümkün değildir!" Cenâb-ı Hak vahdâniyyet ve ferdâniyyet sıfatlarının hakikatinin kullar tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını belirterek, kendisi, "Allah, kendinden başka ilâh olmadığına şahitlik etmiştir, O'ndan başka ilâh yoktur" (Âl-i İmrân 3/18) buyurmuştur. Kelime-i tevhid hem başlangıç hem sonuçtur. Her şey onunla başlar ve biter. "Lâ ilahe illallah" sözlerin en güzelidir. "Bak, Allah güzel söze (kelime-i tevhide) nasıl misal verdi. O, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları semaya doğru yükselmiş güzel bir ağaca benzer" (İbrahim 14/24) âyeti buna işaret eder. Kur'ân-ı Kerîm'de, "O'na ancak güzel sözler yükselir" (Fâtır 35/10) buyurulması kelime-i tevhidin güzel bir söz olduğuna işaret eder. "Ey inananlar, Allah "tan korkun ve doğru söz söyleyin" (Ahzâb 33/70) buyurulması onun doğru bir söz olduğuna alâmettir. "O gün, rahmanın konuşmasına izin verdiği ve doğruyu (kelime-i tevhidi) söyleyenlerden başkası konuşamaz" (Nebe'78/38) âyeti, kelime-i tevhidin yegâne doğru olduğunu gösterir.

Gerçek dua ancak O'nadır" (Ra'd 13/14)

âyeti, onun gerçek dua olduğunu ortaya koyar. Onlara takva kelimesine tutunmalarını söyledi" (Feth 48/26) âyeti onun takva sözü olduğunu gösterir. "De ki: Ey kitap ehli, bizde de, sizde de aynı olan bir kelimeyi söyleyin. Yalnız Allah'a ibadet edelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah'tan başka rabler edinmeyelim" (Âl-İ İmrân3/64) âyeti, kelime-i tevhidin dinler arasında ortak bir söz olduğunu gösterir. "Onlardan birine ölüm gelince, 'Rabbim, beni tekrar dünyaya gönder. Belki amel-i salih işlerim' der" (Mü'minûn 23/99-100) âyeti, onun amel-i salih olduğunu gösterir. "Kelime-i tevhide sadık kalarak, rahmandan söz (ahid) almış kimselerden başkası şefaat edemeyecektir" (Meryem 19/87) âyeti kelime-i tevhidin ahid için gerekli olduğuna işaret eder. Aynı şekilde, "Kim bir hayırla gelirse ona getirdiğinin on misli vardır" (En'âm 6/160) âyetindeki "hayırdan maksat kelime-i tevhiddir. Yine, "İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir" (Rahman 55/60) âyetinde de kelime-i tevhide işaret vardır. Evet, kelime-i tevhid sağlam bir kaledir ve ancak bu kaleye girenler Allah'ın azabından kurtulur. Allah Teâlâ, hepimizi bu kaleye girenlerden eylesin! Fazl ve keremiyle bizlere sırların kapılarını açsın (âmin).