"Lâ ilahe illallah" bütün mâna ve hakikatiyle sana hâkim olduğu zaman kalbinin içerisinde yegâne hükümran o olur. Artık hiçbir yabancı kalp evine giremez. Kendi evinde nefsinin hükmü geçmez. Orada kalıp kalmama hürriyetin elinden alınır. Malûm olduğu üzere hükümdar bir şehri ele geçirdiği zaman oranın altını üstüne getirir, oranın azizlerini zelil kılar.
Aynı şekilde, kalbin tam manasıyla kelime-i tevhidin hükmü altına girince, senin de sıfatların değişir; kibrin tevâzuya, malla gururlanma azla kanaat etmeye, varlığın yokluğa, baki olma hevesin fâni olmaya, tüm kötü sıfatların iyiye inkılâp eder. Zahirî üstünlüğün hakiki üstünlüğe döner. Çirkin sıfatların ağacı kökünden kesilir, küfür ve atalet dikenleri ezilir, teşbih ve temsil kabukları temizlenir; oraya iman ve tev-hid tohumu dikilir. Orada Allah'ı tenzih ve tefrîd fidanları yeşerir. Böylece senin güzel sıfatların çoğalır. Allah Teâlâ'nın şu âyeti bu meseleyi veciz şekilde açıklamaktadır.
"Verimli toprak rabbinin izniyle iyi ürün verir. Çorak toprak kötü ürün verir. İşte biz, şükreden bir topluluk için âyetleri böyle yerli yerince açıklarız." (A'râf7/58)
Her sultanın saltanatı ve hükümranlığı belli bir müddet devam eder. Lâkin "lâ ilahe illallah" bunun dışındadır.
Onun saltanatı ilelebet devam edecektir. Hükmü -öncekilerin ve sonrakilerin isteğine bakılmaksızın- herkesi
kuşatmış, göklerde ve yerde olanların hepsini kaplamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaretle,
"Göklerde ve yerde bulunan herkes kul olarak rahmana gelir" buyurulmuştur. (Meryem 19/93)
Bunların bazısı aşk ve şevkle, itaat etmiş bir halde; bazısı da istemeyerek, zoraki bir şekilde O'nun huzuruna
gelirler. "Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez sadece Allah'a secde ederler. Gölgeleri de uzayıp
kısalarak O'na secde etmektedir" (Ra'd 13/15)
âyet-i kerimesi bu konuda söylenen şeyleri özetle ifade etmektedir. Herkesin O'na teslim olduğunu ifade eden bir diğer ayet şudur:
"Rabbin âdemoğlunun belinden zürriyetlerini almış ve, 'Ben sizin rabbiniz değil miyim?' diye onları kendilerine şahit tutmuştu. 'Evet buna şahidiz dediler. Kıyamet günü, 'Biz bundan habersizdik' dememeniz için sizinle bu anlaşmayı yaptık." (Araf 7/172)
Bu âyeti şu şekilde tefsir etmek mümkündür: Âlem-i fazl (gerçek müminler) isteyerek, âlem-i adl (kâfirler) ise istemeyerek, "Evet, sen bizim rabbimizsin" dediler. Allah Teâlâ, onları Âdem'in (a.s) belinden çıkardıktan sonra iki fırkaya ayırdı. Âlem-i fazl (cennetlikler) Âdem'in (a.s) sağında, âlem-i adl (cehennemlikler) ise solunda yer aldı. Bunun akabinde Allah Teâlâ her iki gruba da anlama, işitme ve konuşma melekesi verdi. Daha sonra onlara hitap etti ve onları kendilerine şahit tuttu. Onların hepsi Allah'ın bir tek olduğunu ikrar ettiler ve "Evet, sen bizim rabbimizsin" dediler. Bu iki gurubun ikrarları arasında çok ince bir fark vardı. Şöyle ki âlem-i fazl (cennetlikler) isteyerek, hemencecik o anda; âlem-i adl (cehennemlikler) ise istemeyerek, gevşek bir eda ile, "Evet" dedi.Onlardan bu şekilde söz alınması, kıyâmet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu!" dememeleri içindi. Bu fırkaların âlem-i kudretten âlem-i hikmete geçmesiyle birlikte içlerinde gizli bir şekilde bulunan "Allah'ın varlığı ve birliği" fikri kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Müminler, içlerindeki bu sese kulak vererek tam bir inançla "evet" demek sûretiyle sözlerini tutmuşlar, kâfir ve münafıklar ise doğruluğuna tam olarak inanamamış bir halde "evet" dediği için verdikleri ahde vefa gösterememiş, mîsakı bozmuşlardır.
İşte bu sebeple Allah Teâlâ müminleri övgü ile anarak, "Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar" (Ra'd 13/20) buyurmuştur.
Allah, kâfirler ve münafıkları kınayarak, "Allah'a söz verdikten sonra ondan cayanlar, Allah'ın bitiştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yer yüzünde bozgunculuk yapanlar yok mu. İşte lânet ve Cehennem onlar içindir." (Ra'd 13/15) buyurmuştur.
Allah'a karşı verilen bu "evet" sözü, kıyamet meydanında, müminlerin emânete riayet etmeleri sebebiyle lehlerinde; kâfirlerin ise emânete hıyanet etmeleri nedeniyle aleyhlerinde şahitlik yapar. Daha sonra herkesin amellerinin yazılı olduğu, herkesin üzerine şehâdet edecek olan bir kitap gönderilir. Bu hakikat Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilmiştir:
"Her insanın amelini boynuna dolarız ve kıyamet günü, onun için açılmış bir kitap çıkarırız. 'Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak senin nefsin sana yeter' deriz." (İsra 17/13-14)
Allah Teâlâ, seni nefsin üzerine şahit tutarak, verdiğin sözü unuttuğunu, zalim ve cahil olduğunu sana hatırlatır. Böylece sen ikrardan inkâra düştüğünü kabul edersin.