KALPLE NEFİS ARASINDAKİ İNCE FARK

"Allah şüphesiz Allah yolunda savaşarak öldüren ve öldürülen müminlerin nefislerini ve mallarını cennete karşılık satın almıştır" (Tevbe 9/111) âyetinde "kalbin" değil de "nefsin" satın alınması dikkati şayandır. Zira kalp yaratılmış olan hiçbir şeye köle olmaz. Mevcudattan hiçbir şey onu çalamaz. Çünkü kalp Hak'tan gayrisiyle ünsiyet kurmaz, Allah'ın zikrinden başka bir şeyle tatmin olmaz. Kalp bu konumu itibariyle alınıp satılamayan, Allah'tan başkasına boyun eğmeyen hür bir kimseye benzer.

Nefis ise böyle değildir. O, şehvanî şeylerle tatmin olur. Zevk ve lezzetlere olan meyli sebebiyle onların esiri olur. Esirin ise alım-satımı caizdir. Bu anlatılanlar şeriat kabının zahirinden taşan birkaç damla, zahirî ilmin bazı kırıntılarıdır. Bilindiği üzere, sözün akışı vaktine göredir. Sen arındığın zaman sözün de arınır, sen bulandığın an o da bulanır. Nefis ve kalp meselesine şu şekilde de yaklaşılabilir: Kalp halkla değil Hak'la; nefis ise Hak'la değil halkla meşgul olduğu için, kalp yerine nefis satın alınmıştır. Nefis kötü sıfatlar ve bayağı hasletler üzere yaratılmış olduğu için âfet bölgesi, muhalefet yurdudur. Kalp ise güzel sıfatlar ve iyi huylar üzere yaratılmış olduğundan itaat ve ibadet beldesi hüviyetindedir. İşte nefsin kötü vasıflarının iyi vasıflara, kalbî özelliklere inkılâp etmesi için nefis satın alınmıştır. Nefis alım-satım kefesine konulup teslim işlemleri yapılınca, Allah Teâlâ nefsi hayra çağırmakla görevli bir meleği ona gönderir. Melek onu daimî surette hayra davet edip şerden men eder. Bu hal aralarında bir dostluk kurulana kadar devam eder. Nefis vakur, boyun eğecek bir vaziyete gelince, melek ondan tüm kötü sıfatları alır ve onu güzel sıfatlarla donatır. Böylece o, küfür karanlığından iman aydınlığına, tüm kötü sıfatların zulmetinden iyi sıfatların nuruna ulaşır. Nefis, küfür karanlığı ve onun vasıflarından kurtulup, muhalefet ve inadından vazgeçince, ilâhî emre boyun eğer; Allah Teâlâ da ondan razı olur. Nefis bu vakur ve mutmain tavırlarıyla Allah'ın kulları arasına girer ve, "Ey nefs-i mutmainne! Rabbini razı edecek bir halde ve sen de rabbinden razı olacak bir vaziyette O'na dön. Kullarımın arasına ve cennetime gir!" (Fecr89/27-30) âyetinin müjdesine mazhar olur. Âlem-i adl (kâfir ve münafıklar),

kudret âlemi hakkında nifaka düşüp, âlem-i hikmeti inkâr etmesi sebebiyle onların nefisleri satın alınmaya lâyık görülmemiştir.

Allah Teâlâ onların nefislerini muhafaza etmeyip, onları şeytanın vesveseleriyle baş başa bırakmıştır. Böylece şeytan onları daima şerre, kötülüğe çağırır, kötü işlerle onları aldatır; ma-yalarındaki bozuk şeylere, şehvete, isyana, Allah'ın buyruklarına karşı çıkmaya davet eder. Bunların neticesinde nefis âdeta şeytanlaşır, kötülüğü emredip, iyiliği nehyeden bir hale gelir. Nefsin bu sıfatı, "Şüphesiz nefis devamlı kötülüğü emreder" (Yûsuf 12/53) âyetinde belirtilmiştir. Şeytan böylece o nefislerin en kuvvetli yardımcısı ve en yakın dostu olur. Bu husus Kur'ân-ı Ke-rîm'de, "Kim rahmânın zikrine karşı kör olursa, ona şeytanı arkadaş ederiz" (Zuhruf 43/36) âyetiyle beyan olunmuştur.

Allah Teâlâ, âlem-i fazlı (müminleri) kendi nefislerine şahit tutup,,onlara tevhid ve takvayı ilham etti. Aynı şekilde âlem-i adli de (kâfirleri) kendi nefislerine şahit tuttu. Fakat onlara fücur ve mâsiyeti ilham etti. "Nefse ve onu biçimlendirene, ona isyanı ve itaati ilham edene and olsun" (Şems 91/7-8) âyeti buna işaret etmektedir. Demek ki, Allah Teâlâ'nın fazl ve keremiyle muamele edip hidayete erdirdiği kimselere âlem-i fazl; adaletiyle muamele edip terk ettiği, haktan uzaklaştırdığı kimselere âlem-i adl denir. Korku, akıbetin kötüye gitmesinden değil, daha çok işlenen kötülüklerden kaynaklanır.