HİDAYET NURUNUN MİSALİ

Bir hadiste şöyle buyurulmuştur. "Allah , Teâlâ insanları zulmet içinde karanlıkta yaratıp, onların üzerlerine nurundan serpti. O nurun isabet ettiği kimseler hidayet buldu, isabet etmediği kimseler dalâlette kaldı." (Müslim, İmân, 18; Tirmizî, imân, 18; Ahmed, Müsned, 2/176, 197; Hâkim, Müstedrek, 1/30; ibn Ebû Âsim, Kitâbü's-Sünne, nr. 243, 244) Şüphesiz Allah Teâlâ insanları adaletli bir şekilde yarattıktan sonra onların üzerine fazilet nurunu saçmıştır, işte bu nurun dokunmuş olduğu kimseler cennetlik; dokunmadığı kimseler cehennemlik oldu. Bu nur, suret ve eşyada yansıyan bir ışık olmayıp, insanların kalplerine ve ruhlarına yayılan hidayet nurudur. Bu konuda âyette şöyle buyurulmuştur: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun -müminlerin kalplerindeki- nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. O lamba cam fânus içindedir; cam ise sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. O, ne doğuya, ne batıya mensup olan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. Ateş değmese bile neredeyse yağın kendisi aydınlatacak bir durumdadır. O, nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O her şeyi bilendir." (Nûr 24/35) Kandil, senin beşeriyetin; lamba, tevhid nurun, cam ise kalbin yerindedir. Kandilin beşeriyete benzetilmesi yoğunluk ve kapalılık sebebiyledir ki, kapalı yer karanlık olur. Karanlıktaki' lamba daha fazla ışık verir, aydınlığı daha çok kendini gösterir. Tevhid nurunun, lambanın ışığına benzetilmesi içeriyi ve dışarıyı aydınlatması nedeniyledir. Kalbin ise cama benzetilmesi, camın şeffaf ve latif olmasındandır. İçinde ışık bulunan cam fanus nasıl her yeri aydınlatıyorsa, aynı şekilde kalp de içindeki tevhid nuruyla diğer uzuvlara ışık verir, aydınlatır. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), kalpte bulunun bir şeyin diğer azalara sirayet ettiğini ifade için, "Kalbinde huşu olan kimsenin diğer uzuvları de huşu (huzur) içinde olur" (Bk. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, 2/344; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, 2/190, nr. 7; Süyûtî, Câmiu's-Sagîr, nr. 7447) buyurmuştur. Yine camın inci gibi bir yıldıza benzetilmesi onun ışık yaymasına ve parıldamasına; bu yıldızın inci gibi oluşu cevherinin saflığına, parlaklığının ziyadeliğine işarettir. Doğuya ve batıya nisbet edilemeyen zeytin ağacından bahsedilmesi, onun üstün nitelikli saf yağa sahip oluşu ve iyi yanmasından ötürüdür. Tevhid ağacıda böyle olup doğuya ve batıya nisbet edilemez. Yani o, putperestlik, Yahudilik, Hıristiyanlık, Dehriyye, Müşebbihe, Kaderiyye, Mu'tezile, Cebriyye gibi birtakım fırkalara ait bir şey olmayıp, yüce İslâm dinine özgü olup bütün kâinatı saran bir şeydir. Zeytin ağacının doğuda ve batıda bulunmaması demek, tevhid ağacının semavî, arzî, arşî, ferşî, ulvî veya süflî olmaması demektir. Tevhid nuruyla aydınlanan kalp; halktan ayrılıp, büyük bir istekle Hakk'a doğru uçmaktadır. Bu da onun halktan ayrı, Hak ile beraber olduğu mânasını taşır. Yine bu ağacın [tevhid ağacı] doğuda veya batıda olmaması, tevhide ulaşan kimsenin, dünyayı, dünyevî şeyleri, âhiret ve onun nimetlerini istemeyip sadece Allah'ın cemâlini arzuladığı anlamına gelir. Bunu şu şekilde anlaman da mümkündür: Tevhid ehli mümin, cenneti arzulamaz, cehennemden korkmaz. Korku ona galip gelmediği için Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. Ümit ona üstün gelmediği için Allah'ın mekr'inden (imtihanından) emin olmaz. Yani o, korku ile ümit arasındadır. Bu bakımdan mümin bir kimsenin korku veya ümidi tartıldığı takdirde, her ikisinin de birbirine eşit olduğu görülür. "Ateş değmese bile neredeyse yağın kendisi aydınlatacak" âyeti, bu yağın saflığını ve parlaklığını; "nur üstüne nurdur" ifadesi de yağın nurunun kandilin nuruna, kandilin nurunun da camın nuruna eklendiğini belirtir. Şüphesiz Allah Teâlâ dilediğini nuruna kavuşturur. Tevhid (birlik) güneşi varlık semasından

senin kalp topraklarında parlayınca nefsanî arzuların söner, beşerî karanlıkların yırtılır. Bu konuya işaret olarak: "O gün yeryüzü, rabbinin nuruyla aydınlanır" (Zümer 39/69) buyurulmuştur. O günde, Allah'ın muhlis kullarının ve sair peygamberlerin kendilerine tâbi olan topluluklarla beraber "lâ ilahe illallah" bayrağı altında yürüdüklerini görürsün. Allah için söyle, senin onlar arasında yerin var mı? Veya onlar arasında atılmış bir adımın mevcut mu? Elbette hayır! Sen onlara uymak için bir adım dahi atmadın, kendi nefsini hiç kontrol etmedin. Bilakis ibadetlerinden nefsanî hazların kokusu yayılmaktadır. Halvetin kin ve garaz doludur. Zikrin nice gafletlerle karışmıştır. Her hâlinde edepsizlik kokmaktadır. Bilmem farkında mısın, namaz kılarken, "Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah'a çevirdim" dediğin halde, O'ndan başkasına iltifat etmektesin. Bu halinle O'na mı yönelmiş oluyorsun? İbadet maksadıyla değil de, âdet olduğu üzere yeme ve içmeden elini çektiğin vakit, bu halin Allah için midir? Elbette ki değil! Bir hadis-i şerifte bu duruma şöyle dikkat çekilmiştir: "Nice oruç tutan kimse vardır ki, onun orucu ona açlık ve susuzluktan başka bir şey sağlamaz. Nice gece kalkıp (gaflet içinde) namaz kılanlar vardır ki, onların namazından ellerinde kalan ancak uykusuzluk ve yorgunluktur."

(Buhârî, Savm, 45; Müslim, Sıyâm, 9; Tirmizî, Savm, 13; ibnMâce, Sıyâm, 24) Allah'a yemin ederim ki, yalnızca şekil ve söz kâfi değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de, "Münafıklar sana gelince, 'Senin Allah'ın peygamberi olduğuna şehâdet ederiz' derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu, bunun yanında münafıkların yalancı olduğunu bilir" (Münâfikûn 63/1-2) âyeti, bu hususu açıklar. Söz, ağacın yaprağıysa, kelime-i tevhid ağacın kendisidir. Güzel bir kelime güzel bir ağaç gibidir. Tasdik bu ağacın kökü, ihlâs gövdesi, ameller dalları, sözler yapraklarıdır. Nasıl ki bir ağacın en değersiz şeyi yapraklan ise, imanın en düşüğü de yalnızca sözle olanıdır. Ey kardeşim, bilmiş ol ki, "lâ ilahe illallah" ağacı mutluluk ağacıdır. Eğer onu tasdik toprağına diker, ihlâs suyu ile sular, iyi amellerle korursan, onun kökleri tâ derinlere iner, gövdesi sağlamlaşır, yaprakları yeşillenir ve yenilmesi hoş meyveler bitirmeye başlar. Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaretle şöyle buyurulmuştur: "Bak Allah hoş bir söz (kelime-i tevhid) hakkında nasıl bir misal yaptı. O, kökü yerin derinliklerinde iyice sabitleşmiş, dalları göğe doğru yükselmiş, -Rabbinin izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzer." (İbrahim 14/24-25) "Bu ağacın meyvesi nedir?" diye soracak olursan, sana derim ki; onun meyvesi kalbin uyanması, tövbe, zühd, iffet, tevekkül, teslimiyet, her şeyi Allah Teâlâ'ya ısmarlamak, batınî ve ruhanî bütün güzel sıfatlar ile cismanî ve zahirî olan tüm iyi huylardır. Bu ağaç Allah'ın izniyle her an meyvesini vermekte olup diğer ağaçlar altı ayda bir meyve verirler. Ayrıca bunun meyvesi ruhlar âleminin, diğerlerininki ise cisimler âleminin gıdasıdır. Biri mâna ve esrar âleminin, diğeri suret ve gölgeler âleminin besinidir. Tevhid ağacını yalan ve kötülük toprağına diker, riya ve nifak suyu ile sular, kötü ameller ve çirkin fiillerle onu korumaya kalkışır, ahdi bozmak ve emaneti zayi etmekle büyütmeye çalışırsan; onun üzerine vefasızlık suyu akar ve o, kötü söz ve hezeyan aşısıyla aşılanır. Böylece o ağacın meyveleri olumsuz bir şekilde etkilenir, yaprakları dökülür, gövdesi çürür, kökleri kopmaya başlar ve bir gün kader rüzgârı onu paramparça eder. Bu hale Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle işaret edilir; "Yaptıkları her işi ele alırız da onu toz gibi yok ederiz." (Furkân 25/23) Tevhid ağacının gölgesinde gölgelenen kimse zafer kazanmış, ondan uzak kalan kimse hüsranda katmıştır. Ona yapışan ebedî saadete erişmiş, tutunmayan azaba düşmüştür. Onun dallarından birine tutunan yüksek derecelere çıkmış, onu bırakan en alt derekelere yuvarlanmıştır.